Bir süredir Kocamustafapaşa’yı keşfetmekle meşgulum. Gönüllülükten değil tabi, mecburiyetten. İşyerim orada olunca, şehrin bu en eski semtine ister istemez aşina olmaya başladım. Özellikle de işe gidip gelirken, Vatan, Millet caddelerinin trafiğine girmemek için ara sokaklar keşfedip, oralardan slalomlar yaparak geçerken, hem semti tanıyorum hem de semt sakinlerini.
Semt eski bir semt, dolayısıyla, sokaklar plansız , eğri büğrü ve daracık. Evler de sokaklar gibi eğri büğrü, eski, yıpranmış. Belli ki plansız, izinsiz yapılmış çoğu. Onlar bir plana uyacakken, imar planı mevcuda uydurulmuş. Semtteki her boş alana bina kondurulduğu için ve binaların bahçesi de olmadığı için ciddi anlamda park sıkıntısı var. Herkes arabasını sokağa park ediyor doğal olarak. Böylece o daracık sokakların bir tarafına araba park edilince, sokak iyice daralıyor ve ancak tek arabanın geçebileceği kadar yer kalıyor. Trafik bu durumu kimi sokakları tek yön ilan ederek çözmeyi uygun görmüş. Buraya kadar şehrin diğer eski, sıkışık yerleşimli semtlerinden pek farklı değil burası da. Farkı birazdan anlatacağım.
Türk vatandaşının genel eğilimi bellidir; kurallar ihlal edilmek içindir, nizami uygulamalar da dostlar alışverişte görsün için. Fırsatını bulduk mu değerlendiririz. Trafik sıkışıksa, emniyet şeridine kaçarız, yol boşsa kırmızı ışıkta geçeriz, kimse yoksa tek yöne tersten dalarız. Tamam kural ihlal ederiz ama, yine de akıl mantık çerçevesinde yaparız bu işi. Mesela aracımızı yol ortasında bırakıp tarfiği kitlemeyiz. Bunu yapanacak kadar akıl mantık ve sağduyusunu kaybetmişler tabi ki vardır ve zaman zaman karşımıza çıkar. Ama azınlıktadır diye biliyordum. Kocamustafapaşa’ya geldikten sonra gördüm ki, bu azınlık kesim burada ikamet ediyor. Çünkü hergün bir veya bir kaç tanesiyle karşılaşıyorum.
Mesela arabayla giriyorum bir sokağa, tek yön, sokaklar solucan gibi kıvrıla kıvrıla gittiği için başını sonunu pek görmeden ilerliyorum ki, karşıdan bir araba, ters yönde oluşuna aldırmadan bana doğru son sürat geliyor. Kaçacak, yol verecek hal yok. Kim daha inatçıysa o yerinde kalıyor, diğeri geri gidip yol veriyor. Ya da daha kötüsü, solucan misali sokakta kıvrıla kıvrıla giderken, birden önüme bir araba çıkıyor. Araba doğru yönde, ama sokağın tam ortasında duruyor. Bir yere giitmiyor. “5 dakka işim var dönücem” yazısı eksik üstünde. Şoförü nereye gitmiş, ne yapacak, ne zaman döner bilinmez. Az ilerideki boşluğa park edip yürümeye üşenmiş belliki, arabayı öylece bırakıvermiş yol ortasına.
Be adam ne diye sokağın ortasına park edersin, oradan geçenleri düşünmezsin diye söylene söylene geri vitese takar, kah sağımda, kah solumda park edilmiş araçlara çarpmamaya gayret ederek, bütün o slalomları sil başta yapa yapa geri gider, sağa sola kaçabileceğim bir sokak ararım. Tam buldum bitane deyip dalarım ki, sokağın çıkışında bir belediye arabası çıkışı kapatmış, yol çalışması yapıyor. Belediyeye söylenecek halimiz yok, tekrar tak geri vitese, başka bir çıkış yolu ara. Tabi bu arada dua ediyorum arkamdan başka araba gelmesin. Gelirse yandım. Bütün arabaların duruma ayıp, geri gitmeye razı olması, 5 dakikalık, korna, klakson, camlardan uzanmış bilimum el kol harketlerinden sonra mümkün oluyor.
Nihayet boş bir sokak bulup giriyorum tekrardan, bu arada varış noktası her denemede biraz daha uzaklaşmakta. Olsun, en azından umut var. Geze dolaşa eninde sonunda gideceğim yere varacağım umudu. Ama Silivrikapı’dan Kocamustafapaşa merkeze çıkabilmek için, Yedikule, Cerrahpaşa dolanıp gelmişim ne gam. Geldim ya sonunda. Gerçi ilk zamanlarda, henüz semtin yabancısyken, umutsuzluğa kapıldığım da olmuyor değildi. O kargacık burgacık sokaklarda, iki ileri bir geri bir çıkış bulabilmek için dolanırken, oradan hiç çıkamayacakmışım hissine kapıldığım da olmuyor değildi. Çok şükür aştım artık bunları.
Burada hizmet veren kamu görevlilerinin de aklı bir değişik işliyor. Bir süredir, Büyük Şehir Belediyesi’nin İstanbul’da bir uygulaması var. Ara sokaklardaki asfaltı söküp, parke taşıyla kaplıyorlar. Amaç, yağmur sularının asfaltta birikip, kanalizayonu doldurup taşırıp, denize gitmesine engel olmak. Parke taşların aralarından sızan sular toprak tarafından emiliyor ve hem taşkınların önüne geçilmiş oluyor hem de yer altı su kaynakları besleniyor. Parke taşlı yolda araba sürmek, arabaya zarar verdiğinden, mahalle aralarındaki, trafiğin az olduğu sokaklarda yapılıyor bu uygulama. Anadolu yakasında bizim mahallede yapıldı. Kadıköy’de pek çok yerde de yapıldığını biliyorum.
Bir süredir Kocamustafapaşa’da da belediye sokakları kapatıp çalışıyor. Baktım, asfaltı söküyorlar. Kenarda duran taşlardan anladığım kadarıyla yolu kaplayacaklar. Hah dedim, bu güzel uygulama buraya da gelmiş. Ama işte bu zavallı eski semtin ne günahı varsa artık, kel başa şimşir tarak gerekmez misali, en iş bilmez, en sağduyudan yoksun adamları burada istihdam etmişler. Parke taşı döşemeyi ne için yaptıklarını unutuveriyorlar ve asfaltını söktükleri sokağa önce beton döküyorlar, arkasından parke taşıyla kaplıyorlar. Kulaktan kulağa oyununu hatırlattı bana bu akıl almaz iş. Anadolu yakasında güzel güzel başlamış. Denizi geçerken, birilerinin kulağına su kaçmış, tam duyamamış olacak ki uyduruvermiş. “Güzelim taşları toprağa döşeyecek halimiz yok. Yamuk filan olur, büyükşehirden zılgıtı yeriz” diye düşünmüş olacaklar. Sonra da yol düzgün dursun diye, önce beton dökmeyi uygun görmüşler.
Kızayım mı güleyim mi bilemedim. Artık kazanmaya başladığım bir genişlik ve hoşgörüyle kendime “boşveeer, sen mi düşünecen” dedim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder