19 Eylül 2011 Pazartesi

OKUL SEÇİMİ: ZOR İŞ!..

Okullar açıldı bugün. Yeni bir eğitim öğretim yılı başladı.
Çocuklar için de koşuşturmaca başladı tabi. Dersler, kurslar, aktiviteler.
Eh okullar açılana kadar da anne babalar epey telaşlanıp koşturdular. Özellikle de çocuğu  bir okula ilk defa başlayacak olanlar.

İlköğretime başlarken okul seçimi derdi var. Özel okul mu,  devlet okulu mu?
Hadi karar verdiniz diyelim. Maddi durumunuz yeterli, özel okula vereceksiniz. Ardından ikinci soru; hangi okul? Çocuğumu en iyi liseye  sokacak okul mu olsun,  çocuğumu sosyalleştirip, okumayı sevdirecek okul mu olsun?

Öncelikle şunu belirteyim; okul seçiminin öncelikle  çocuğun kişiliğine göre yapılması taraftarıyım. İkinci sırada da velilerin beklentileri geliyor.

Yani baskıya gelemeyen, dayatmalardan hoşlanmayan bir çocuğunuz varsa başka okul; iç disiplini yüksek, hırslı, başarı odaklı bir çocuğunuz varsa başka okul seçeceksiniz. Aynı şekilde, sizin beklentileriniz de önemli. Eğer çcucuğunuzu küçük bir Einstein gibi görüyor ve okuldan bunu gerçekleştirmesini bekliyosanız farklı; çocuğum okulu sevsin, mutlu mutlu okula gidip gelsin, varsın ilk 500 ün içine girmesin diyorsanız farklı okul seçeceksiniz.

Yani,  ben kızım için okul seçimini bu şekilde yaptım. Baskıya gelemeyen, zoru görünce kaçmaya ve vazgeçmeye meyilli bir kızım var.  Ben  de çocuğumu yarış atı gibi koşturmaktan hoşlanmayan, hırsları olmayan bir anneyim. Çocuğumla ilgil gelecek beklentim, büyük okullar bitirsin, büyük işlerin insanı olsundan ziyade;  okumayı, öğrenmeyi, insanları  sevsin, ufku genişlesin,  büyüyünce de sevdiği, hayatını idame ettirebileceği bir iş sahibi olsun şeklinde.  Bu düşünceyle yola çıkarak okul arayınca, önünüze ilk sırada  Denizatı İlköğretim Okulu çıkıyordu.   Biz de anasınıfından  itibaren kızımı bu okula yazdırdık. Bu yıl 5. Sınıfı okuyacak. E verdiğimiz karardan hiç pişman değiliz. Zaman içinde kızım özgüvenini geliştirdi, istediğini elde etmek için mücadele etmeyi öğrendi, okumayı sevdi ve başarının zevkli bir şey olduğunu keşfetti.

Şimdi size Denizatı’nı tarif edeyim. Birkere hırs ve başarı odaklı bir okul değil. Listelerde en üst sıralarda yer alalım, daha da başarılı görünelim iddaları yok.  Bunun için ne başka okullardan başarılı öğrenci transfer ederler, ne de içlerindeki zayıf halkaları elemek adına, ortalamanın altında kalan çocuklara yol verirler.  Çocuğun okulu sevmesi, mutlu, özgüvenli, sosyal bir çocuk olarak yetişmesi öncelikli hedefleri, okul başarısı çocuğun kapasitesi varsa zaten ardından geliyor. 

Sonra eşitlikçi bir okul. Fiyatı sabittir. O veliye, bu tanıdığa göre ayarlanmaz. Ödediğiniz paraya ilaveten bir de servis ücreti ödersiniz. Onun dışında yıl içinde başka okul harcamanız olmaz. Çocuğunuzun, defter etiketinden, saç tokasına varıncaya kadar herşeyini okul verir. Kaybederse, bozarsa yenisini verir. Böylece cocuğunuza cicili bicili okul malzemeleri alma hevesiniz kursağınızda kalır. Öte yandan, "evde yepyeni aldığınız çantanın üzerinde ter ter tepinip ben arkadaşımın çantasından istiyorum, bunu istemiyorum" krizleri yaşanmaz.  

İlköğretimde ilk 3 yıl boyunca çocuklara sınav yapılmıyor. Açık not verilmiyor. Ama birebir öğretmen veli toplantılarında çocuğunuzun gerçek durumu sizinle paylaşılıyor ve daha iyi n’apılabilinir konuşuluyor. Böylece çocuğunuz akademik olarak yetersiz olduğu duygusunu asla yaşamıyor, özgüveni zedelenmiyor; aksine yükseliyor.  

Bu ilk 3 yılda çocukların yarıştığı tek konu yıl sonunda yapılan müzik etkinliğine  katılım seçmeleri.  Benim kızım yarışmaktan hoşlanmaz. Baştan kaybedeceğini varsayarak geri çekilir. Di demem lazım. Çünkü artık bu durumu aştı. Müzik korosuna girmeyi o kadar çok istiyordu ki,  seçilemeyince resmen yıkıldı. Müzik öğretmeni bu durumu görünce onunla konuşup,  niçin koroya giremediğini açıklamış ve başka bir hedef göstermiş. Eğer isterse ve çok çalışırsa mandolin korosuna girebileceğini söylemiş. Doğruya doğru kızmın sesi yok. Herhangi bir müzik aleti çalmaya da hevesi var ama, yetenek vasat. Ama öğretmeninin teşvikiyle o koroya girmek için o kadar çok çalıştı ki, sonunda girdiğinde dünyalar onun olmuştu. İstediği herşeyi yapabileceği konusundaki özgüveni ise tavan yapmıştı.  Dahası var; geçtiğimiz yıl müzik öğretmenleri “sizin sınıftan sadece 3  kişi kaldı koroya girmeyen , onlar da başarsa okulda rekor kıracaksınız” demiş. Çünkü  normalde her sınıfta 7-8 öğrenci girebiliyor gösteri grubuna.  Bütün sınıf birlik olup, o 3 kişiye mandolin dersi verdi. Hem de ne azimle. Zaman zaman metazoruyla.  Sonuç; başardılar.  Yıl boyunca çocuklara başarıyı tadabilecekleri, farklı alanlarda böyle ufak ufak fırsatlar yaratılıyor.

Şimdi diyebilirsiniz ki, akademik başarı nerede. Hep lay lay lom olmaz ki. Ama ilk 3 yıl akademik başarıdan ziyade çcucuğun okula alışması, okulu sevmesi, özgüven kazanması ve başarıyı  tanıyıp sevmesi önemli.  Bunlar tamam olunca, akademik başarı da arkadan geliyor.  Eksik kalmıyor.  Oysa çocuk okula alışmaya çalışırken sınav olduğunda olur da matemetikten düşük not alırsa, matematik zekası yok yaftası üzerine yapışıp kalıyor ve yıllarca o yaftayı üzerinden  atamıyor.

4. sınıfta sınavlar başlıyor. Ama öyle usul usul ve hafif şekilde başlıyor ki, çocuklar şaşırıp bunalmıyorlar. ilk sınavlarda hemen hepsi 100 aldı. Bunun verdiği özgüvenle ikinci, üçüncü sınavlara girdiler ve gerçek durumlarını ortaya koyan notlar aldılar. Ama artık 100 alamamalarını, kendi yetersizliklerine değil, sınavın zorluğuna verip, daha çok çalışmaya bilendiler.

Bu arada okulun bir başka önemli özelliğinden bahsedeyim. Açıkca dile getirilmese de okulumuz  öğrenci değil ama veli seçer.  Birbirine benzer profildeki velilerin çocuklarını (ilk 3 yıl) aynı sınıfa koyar.  Böyle çocuğunuz sosyal olarak kendini ezik ya da üstün hissetme duygusunu yaşamaz.  Kolay arkadaşlıklar kurar, kolay sosyalleşir. Tabi veliler de kolay kaynaşırlar. Hatta bu kaynaşma benim kızımın sınıfında olduğu gibi, topluca (neredeyse bütün sınıf, çoluk çocuk) Alanya’ya tatile gitmeye kadar varır.  Bu kadarı da abartı demeyin doğrudur. Okul yönetimi bile bu kadar kaynaşmayı  beklemiyordu sanırım.  En son geçtiğimiz baharda trenle yaptığımız bir Eskişehir gezimiz vardı.  Bizim vagona düşme talihsizliğine uğrayan 3-5 sair yolcu şahittir.  17 tane 10 yaşında çocuk bir vagona doluşursa ne olur sorusunun cevabını hep birlikte öğrendik; Çocuklara müthiş bir eğlence, diğer yolculara da işkence J.